KÜRT OLARAK UYUDUM, ARAP OLARAK KALKTIM

0
985

Erdoğan YALGIN

“EMSEYTU KURDİYYEN VE ESBAHTU ARABİYYEN“ KÜRT OLARAK UYUDUM, ARAP OLARAK KALKTIM

Asırlar öncesine dayanan Kürt kültürel ve suffi-mistizminin réberleri  arasında yer almış birçok şahsiyet bulunmaktadır.  İyi araştırıldığında bu réber-filozoflar, özellikle Arap-Fars el yazmalı kaynaklarda sıklıkla göze çarpacaktır. Bu özlü çalışmamızda, kavramsal derinliğiyle,  önemli olan sadece bir cümlenin izini sürdük! Bu söz, öyle bir söz ki  asırlardan beri gerçek sahiplerinden gizlenmiştir. Dört yol ereninin, dilsel manada simgelenen temel ortak özelliği: “Emseytu Kurdiyyen ve esbahtu Arabiyyen – Kürt olarak uyudum, Arap olarak kalktım!“ sözüdür.

  1. Réya Heq’ın Temal Taşı Ebü’l-Vefâ-i Kurdi
Ebul Vefa

Türkiyat çalışmaları arasında; kronolojik olarak;  1919 yılında yayımladığı, Türkiye‘de ve dünya da bilim çevrelerinde temel kaynak niteliğinde bir paradigma kıstası olarak ele alınan “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar“ adlı eserinde, Réya Heq’ın bir temal taşı olan Ebu’l-Vefâ-i Kurdi’den dolayımlı da olsa ilk defa Fuat Köprülü (1890-1966) söz eder. Köprülü,  eserinin muhtelif bölümlerinde örneğin “Geyikli Baba’nın;  Baba İlyas (1240) müritlerinden,  Ebü’l-Vefâ  tarikatından olduğunu belirtir (Köprülü, 1976: 46, 208).  Yine Köprülü; eserinin 63. dipnotunda “Tac’ul Arifin lakabıyla tanınan Seyyid Ebu’l Vefâ-yi Kurdi, çok büyük mutasavvıftır. Hakkında bilgi edinmek için ‘Menâkıb-i Tâcü’l-Ârifin‘ adlı meşhur esere baş vurulabilir” (Köprülü, 1976: 226) der.

Dersim Réya/Raa Heqi süreğinde Ebu’l Vefâ-i Kurdi, hak ettiği ölçüde tanınmamış  ve bu modern çağımızda dahi, üzerinde çalışılıp maalesef belli bir literatür oluşturulamamıştır. Bu vesileyle şeyh-i kadim’imiz hakkında özlü bilgiler vererek konu faslımızı açalım. Ebu’l Vefâ hakkında ilk yazılan eser; Sihâbüddîn Ebü’l-Hüdâ Ahmed b. Abdülmun’im es-Sebrisî el-Vâsıtî‘nin m.1371-76 yıllarında sözlü anlatımları, Arapça kaleme aldığı “Tezkiretü’l-Muktedîn Âsâr Uli’s-Safâ ve Tabsıratu’l-Muktedîn bi-Tarîki Tâcü’l-Ârifîn Ebü’l-Vefâ“ adlı menkıbelerle  karışık, biyografisini içeren menakıbnamesidir. Bu eserin, Osmanlıcaya ilk tercümesini, Osmanlı tarih yazarlarından olan,  Aşıkpaşaoğlu‘nun (Aşıkpaşazade; 1400- 1484) 20 yaşlarındaki damadı Seyyid Velâyet  özetleyerek (!) yapmıştır. Yine bu eserin, “Menâkıb-ı Tâcü’l Arifîn Seyyid Ebü’l Vef“ adını taşıyan mütercimi (tercüme) meçhul, Türkçe çevirilerinin yazma nüshalarına sık rastlanmaktadır.

Ebu’l Vefâ’nın Kürtlüğü hakkında, başta menakıbnamesi ve Réya Heqi itikadının(Kürt Aleviliği) ocak kronikleri (şecere, iclas belgeleri, icazetnamaler vs.)  olmak üzere birçok güvenilir kaynak hemfikirdir. Bunlar arasında; tasavvuf konularında bir otorite olarak kabul gören Tahsin Yazıcı, Eflaki’nin “Arifler’in Menkıbeleri“ adlı esere yazdığı önsözde, Kürt evliyaları içerisinde ”Kürt olarak yattım Arap olarak kalktım“ sözünün asıl sahibini ararken, Ebu’l Vefâ hakkında şunları yazar:

“(…) Aslen Kürt olan Ebu’l Vefâ Tacü’l Arifin (…) aslen Irak’taki Kürt kabilelerinden birine mensup olup, asıl adı Kàkis’tir. Başlangıçta  yol kesici, yani eşkiya idi. Sonradan Şeyh Muhammed Şanbeki’nin (bazı kaynaklarda öz dedesi olup, Şanbeki aşiretine mensuptur, e.y.)  eliyle tövbe edip  tarikata girdi, riyazet ve ibadeti sayesinde Irak’ın ünlü şeyhlerinden oldu.“ (Eflaki, 1987: 23).

Şimdi asıl konumuza dönebiliriz. Ebu’l Vefâ-i Kurdi, bilhasa menakıbnamesinde; başta  dört mezhepten ulemalar olamak üzere, halka Arapça konuşmalar/nasihatler yaparken, meclisteki bazı kimseler kendi aralarında Ebu’l Vefâ’nın  aleyhinde konuşurlar. “Onun Arapçasının iyi olmadığını ve Kürtler içinde doğup, büyüdüğü için Kürtçe aksanlı konuştuğunu ve dolayısıyla güzel Arapça konuşma yeteneğinden yoksun olduğunu“ zân ederler. Fakat ilerleyen dakikalarda Ebu’l-Vefâ’ nın ağzından dökülen inciden sözlerini işittikçe, bunların düşünceleri de değişir. Görürler ki sözü inci gibi dizer, ulum u evvelin ve ahirinden haber verir. Hayran kalarak, şu sonuca varırlar: Ebu’l Vefâ’nın  ilmi, kesbi değildir, keşfidir. Yani onun ilmi çalışarak yalnızca çalışarak öğrenilecek bilgi değildir. Allahın bir lütfudur sonucuna varırlar (Gümüşoğlu, 2006/ 218). Bu kimselerin, kendisi hakkında neler düşündüğünü anında keşfeden/ hisseden Ebü’l-Vefâ, dolayısıyla Kürtlüğü ve ana dili olan Kürtçe  için, onlara şöyle bir bâtıni mesajla cavap veirir:

“Emseytu Kurdiyen ve esbahtu Arabiyen“ Kürt olarak uyudum, Arap olarak kalktım! Ya da Akaşam yatarken Kürtçe konuşmaktaydım. Sabah uyandığım da Arapça konuşuyordum! Zira gece, Peygamber ağzıma, mübarek ağzından tükürük verdi. Sabah gördüm ki, güzel Arapça konuşuyorum!“ (Eflaki, 1987: 23; Gümüşoğlu, 2008: 42, 119, 197, 198; Özkul, 2008:108, 125)  der.

  • Kürt Şairlerinden Baba Tahir Üryan-i Hamedani
Baba Tahir

Yazılı kaynaklarda; Emseytu Kurdiyen ve esbahtu Arabiyüzyılen – Akşam Kürt idim, sabaha Arap olarak girdim!“ Ironik sözü, “Beyaz Şahin“ lakaplı, dubeytlerini Lori lehçesiyle yazan, antik Kürt Réya Heq/Ehl-i Haq (Yaresan) inancının yine temel taşlarından biri olan Kürt Şairi Baba Tahir Üryan’ın da söylediği, yazılı kaynaklarda aktarılmıştır. “Mum ışığında insan arıyorum!“ felsefik sözünün sahibi Baba Tahir; Zağros dağlarının doğusunda ve Batı İran‘daki Lorsitan eyaletinin antik bir şehri olan Hamedan‘da (936-1010) dünyaya gelmiştir. Ebu’l-Vefâ-i Kurdi ile çağdaş (10.11.yüzyıl) olan Derwéş é Rind- Baba Tahir Üryan hakkında haber veren kaynaklara göre, bu sözün sahibi Odur. Muhtelif tefrikalarda konuya müteallik aktarımların kısaca içeriği şundan ibarettir:

Baw’ımız, odunculuk yaparak hayatını sürdürürken, Hamedan‘daki medreseler ve talebeleri onun dikkatini çeker. İlme merak duyduğundan, Arapça eğitim veren bir medreseye gider ve öğrenime başlar. Hemen ilk gününde, talebelerin ilmine hayran kalır. Kürtçe aksanlı Arapçasıyla talebelere, burada ne yaptıklarını ve edindikleri ilmin sırını  sorar. Talebeler biraz şakayla karışık; “ilmimizi ve zihnimizin açıklığını, her gece kırk kez medrese avlusundaki bu havuza girip çıkmaya borçluyuz!“ diye  cevap verirler. Bunu gerçek sanan Baba Tahir, gece olduğunda medresenin havuzuna, kırk kez girip çıkar. Bunun sonucunda, gökten manevi bir işaret alır ve bâtıni mistik ruhla irkilir. Böylece zihinsel olarak bâtıni ilm-i ledün’ü terenüm eder. Sabah medreseye gider, hoca ve talebelerle her konu hakkında perfect Arapçasıyla tartışmalara girer. Hoca ve talebeler, oduncu Baba Tahir’in bu olanğanüstü durumu karşısında hayrete düşerler. Bu defa da talebeler; bu işin sırını ona sorduklarında, Babamız, işte o meşhur sözü söyler. Emseytu Kurdiyen ve esbahtu Arabiyen – Akşam Kürt idim, sabaha Arap olarak girdim! Bu olaydan sonra, vücudunu şidetli bir ateş sarar ve bu ateş yüzünden medresede kimse onun yanında oturamaz. O, bu kış gününde çırılçıplak olur ve Elwend dağına gidip-gelir (Yıldırım, 2013/28).

Bu vesileyle kendisine “Üryan“ nisbesi verilir. Böylece  medrese eğitimini tamamlamış olur. Bir insan-ı kâmil, tarihinin en güçlü halk ozanlarından birisi olarak itikad süreğine dahil olur. Bir dubeyti’nde “Elif boyluyum, Bin de bir gelenim ben“  derken, aslında  bununla tıpkı Mansur’un “Enel Hak!“ sözünün bir izdüşümü olan Arapça’da “Allah“ sözünün ilk harfinin “Elif“ini, dolayısıyla kendisiyle özdeşleştirerek  mecazen  anlatır (Uluçay, 1996: 38). İran ve Irak Kürtleri arasındaki Ehli Haq/Kakai inancında; kutsal zat-ı şahaneler olarak  Ebu’l Vefâ-i Kurdi‘ye ve Baba Tahir-i Üryan’a yer verilmiştir.

  • Mevlana’nın Halifesi Urmiye Kürtlerinden Hüsameddin Çelebi

Daha evel sözünü ettiğimiz eserinde Fuad Köprülü, Urmiye Kürtlerinden olup, soy silsilesini Ebu’l-Vefâ-i Kurdi‘ye bağlayan ve Konya’da dünyaya gelen Hüsameddin Çelebi‘den (1225-1284) bahis açar. Orada; Hüsameddin Çelebi’nin “Mevlana‘nın müsahibi, sonrasından (1373) yerine geçen halifesi  olduğunu“ belirtir. Devamında ise Mevlevi geleneğine göre; soy silsilesiyle “Şeyh Ebü’l-Vefâ-i Bağdadi (Kurdi) evlatlarından idi.“ kaydını düşer. Şu ana kadar pek de bilinmeyen, dolayısıyla bu anlatımla, Hüsameddin Çelebi’nin bir Kürt ve Ebu’l-Vefâ-i Kurdi’nin evlatlarından (yol evladı) olduğunu, diğer kaynaklardan da böylece öğrenmekteyiz. Öyleyse yeri gelmişken bu vesileyle, Şeyh  Hüsameddin Çelebi hakkında bazı özlü bilgileri aktarmaya çalışalım.

Mevlana‘nın (1207-1273) halefi  ve Urmiye Kürtlerinden olan Hüsameddin Çelebi’nin (1225-1284) babası Muhammed, Konya ve çevresindeki Türklerden oluşan Ahî teşkilatının reisi olduğu için, kendisine “Ahi Muhammed“ denilmiştir. Sonraki yıllarda oğlu Hüsameddin Çelebi‘ye “Ahî-Türk” lakabı atfedilmiştir. Bazı Türkiyat çalışmalarında, Onun Kürt etnik kökeni gizlenmiş ve sadece “Ahî-Türk“ nisbesiyle anılmıştır. Oysa ki Hüsameddin Çelebi’nin  gerçek etnik kökeni, hiç kuşkusuz Kürt’tür. Eldeki verilere ek olarak; Çelebi adının, etimolojik ayrımı hakkında  yazılı kaynaklarda kabul gören  bir tek görüş vardır. Buna göre, Kürtçe  menşeeli olan “Çelebi“ sözcüğünün kökenine, Kürtlerin eski dillerindeki “Çalap“ sözcüğünün kaynaklık ettiği düşünülmektedir (Eflaki, 1987: 16). Diyanet İşleri Ansiklopedisinde nakledildiğine göre; Urmiyeli, Mevlevi bir Kürt olan Hüsameddin Çelebi’nin hakkında ayrıca şu bilgiler yer almaktadır:

“622’de (1225) Konya’da doğdu. Urmiye’den Anadolu’ya göç edip Konya’ya yerleşen bir aileye mensuptur. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Meŝnevî’sinin I. cildinin önsözünde onun aslen Urmiyeli olduğunu ve, “Kürt olarak yattım, Arap olarak kalktım” diyen bir şeyhin soyundan geldiğini kaydeder. Bu şeyhin, Vefâiyye tarikatının kurucusu Tâcülârifîn Ebü’l-Vefâ el- Bağdadi veya Urmiyeli Hüseyin b. Ali b. Yezdânyâr (ö.333/944-45) olduğu, öne sürülmektedir. Meŝnevî’de ve Eflâkî’nin Menâķıbü’l-Arifîn’inde; Hüsâmeddin’in ancak üç nesil öncesine giden şeceresinde dedesinin adı Ahî Türk olarak kaydedilmiştir. Fakat bunun bir unvan olduğu kesindir. Hüsâmeddin Çelebi’ye “Ahî Türkoğlu unvanı verilmesi, babasının Konya ve yöresindeki Ahîlerin şeyhi olması sebebiyledir“ (Sevgi, 1994: 512).

Kısaca özetleyecek olursak, Ahmet Eflaki’nin, Mevlana ve etrafındakilerini konu alan “Ariflerin Menkıbeleri“ adlı eserin önsözünü, yine eserin çevirmeni Tahsin Yazıcı yazmıştır. Burada, Mevlana Celalettin Rûmî ve eserleri üzerine çalışan önemli şarkiyatçılardan biri olan İngiliz araştırmacı Reynold Alleyne Nicholson (1868-1945), Hüsameddin Çelebi’ye atfedilen “Kürt olarak yattım, Arap olarak kalktım“ sözünün aslında kime ait olduğunun, kesin olarak bilinmediğini belirtmektedir. Öte yandan “Ariflerin Menkıbleri“ adlı eserin dışında, bu sözün kime ait olduğu hakkında birçok görüş beyan edilmiştir.  Hatta bazı kaynaklarda, (Eflaki, 1987/22) Mevlana’nın, bu sözün kime ait olduğunu bildiği fakat, bunu kendi zamanında zikretmediği görüşü beyan edilmektedir. Bunun başlıca nedenleri arasında şunlar sıralanmaktadır: 1) Bu sözü söyleyen, o dönemde herkes tarafından bilinmektedir. Bundan dolayı Mevlana onun adını açıklamaya gerek görmemiştir. 2) Mevlana  onun adını açıklamaya gerek görmemiştir. 3) Bu sözü söyleyen Şeyh’in ailesi, Mevlana dönemine kadar yaşamıştır ve herkes tarafından tanınmaktadır. 4) Bu sözü söyleyen, ancak Kürttür ve ona mensup olanlar da Kürttürler (Eflaki, 1987: 22).

  • Urmiye Kürtlerinden Şeyh Hüseyin b. Ali b. Yazdanyar

Tahsin Yazıcı, taradığı kaynaklarda elde ettiği malumatlar arasında,  bu sözün sahiplerinden birisinin de yine Urmiye Kürtlerinden olan Ali b. Yazdanyar olduğunu aktarmaktadır. Konu hakkında müellifler, özellikle bu son görüşlerini Abdurreşid b. Salih b. Nuri el-Bakü’i’nin “Telhisü’l-asar fi aca’ibl’l-aktar“ adlı coğrafya sözlüğüyle kanıtlarlar. Adı geçen sözlükteki Urmiye maddesinde, bu sözün aslen Kürt olan Şeyh Hüseyin b. Ali b. Yazdanyar’a (ö. 333h/ 944-45m) atfedilldiği bellirtilir. Aynı kaynaklar; Şeyh Hüsammeddin Çelebi’nin ceddi ile adı geçen Şeyh Hüseyin b. Ali b. Yazdanyar’ın  Urmiyeli olmalarından ötürü,  bunların tek şahıs olabileceğini de düşünmektedirler (Eflaki, 1987: 22).  Oysa her  ikisinin yaşadığı zamansal dilim arasında olan farklılık ve Arap-Fars kaynaklarında tanınmış Kürt şahsiyetleri olması dolayısıyla, bunların aynı değil, ayrı şahsiyetler olabileceği akla daha yakın durmaktadır. Yani bu meşhur levh-i kelamın, üç olan sahipleri (Ebu’l-Vefâ, Baba Tahir Üryan ve Hüsameddin Çelebi)  arasına, dördüncü olarak yine Urmiyeli bir Kürt olan Şeyh Hüseyin b. Ali b. Yazdanyar’ı da eklememiz gerekmektedir.

Sonuç olarak, görüldüğü gibi ve anlaşıldığı  kadarıyla; “Emseytu Kurdiyyen ve esbahtu Arabiyyen – Kürt olarak uyudum, Arap olarak kalktım!“ sözünün sahibi ya da sahiplerinin birer Kürt olduğu aşikardır. Şu ana kadar mevcut  kaynaklar arasında, Ortadoğu halkları içinde hiç bir halkın ulu şahsiyetinin dilinde, bu türden bir kavramsal cümlenin döküldüğüne şahit olunmamıştır. Bu coğrafya da; Kürt dilinin böylesine kolay asimile edilmesi, yok sayılıp, yasaklanması, dilsel manada kim bilir  belkide ironik olarak bu sosyolojik değişimler baz alınarak, zamansal süreç içinde kolayca hayata geçirilmiştir. Ama öte yandan, düşün alanındaki insani-ahlaki değerlerin yaratılmasında ve bunların kardeş halklar arasında paylaşılmasında bu ulu yol erenlerin, o nurlu nefeslerinin olduğu ise asla gözardı edilmemeldir

Kaynakca/ Biblioğrafya

Eflaki, Ahmed (1987), “Ariflerin Menkıbeleri“ Cilt. 2. Remzikitabevi.İst.

Gümüşoğlu, Dursun, (2006) “Tâcü’l Arifîn es-Seyyid Ebu’l Vefâ Menakıbnamesi – Yaşamı ve Tasavvufi Görüşleri“, Can Yay. Ist.

Köprülü, Fuat,( 1976) “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar“ DİBY. Ankara

Sevgi, H. Ahmet, (1994) “Hüsameddin Çelebi “  maddesi, DİA, TDV. yayınları, Sayfa: 512

Uluçay, Ömer (2010) “Ehl-i Hak/ Baba Tahir Uryan/ Zerdüşt“ Gözde yay. Adana

Yıldırım, Kadri, (2013)  “Baba Tahiré Uryan“ Avesta yay. Ist.

* Emseytu Kurdiyyen ve Esbahtu Arabiyyen“ Kürt olarak uyudum, Arap olarak kalktım“  Semah dergisi, Sayı. 21,  Mart-Nisan 2015: 8-11

* Erdoğan Yalgın, (2018) Yol 1 Sürek Réya/Raa Heqi İnanci Kürt Aleviliği – I“ Fam yayınları ist.

Bir Cevap Yazın