ALİ KÖYLÜCE
GERÇEĞE HÜ
Alevi inancı, insanın hakikat arayışıdır.
Gerçeği HAK olarak ifade ederken, HAKKIN insanda temsilinin nedeni olarak AKIL YOLU’ nu işaret etmektedir.
İnsanın insanlaşma tarihinin en temel, somut sonucu, milyonlarca yıllık süreçte toplumsallaşma kültürünü yaratma bilinci ve bilgi biriktirmeyi başarmış olmasıdır. Bu sayede milyonlarca yıllık bu tarihsel bilgi biriktirmenin, çağlar açıp kapatmasına yol açan buluşları, keşifleri sayesinde çağ atlamalar geometrik oranlarda küçülen zaman dilimlerinde günümüze kadar gelmiştir.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni gezerken insanlığın geçirdiği yaşam evrelerinde ki, yaşam, mekân ve malzemelerinin gelişim sürecine bakılınca, Alevi inancının ‘’Kal-û Bela’dan’’ beri deyişinin kadim birikimini daha somut anlamak mümkündür. Yani Alevi inancının tarihini ‘insanın toplumsallaşma‘ tarihi olarak ifade etmek, dinden öte tamamen varoluşsal sırrın akıl ve ilim-bilim yoluyla ilmek ilmek, kâinatın sırlarını çözme ve insanlığın yararına kullanmayı hedefler.
Alevi inancını en iyi dile getirenler Alevi ozanlarıdır. Alevi ozanları ve aşıkları, inancın temel değerlerini, felsefesinin mantık kurgusunu, ahlaksal etik kurallarını deyiş ve duazlar içinde öyle güzel dile getirmişlerdir ki bu birikimin üzerinden Alevi müziği, sanatı, edebiyatı ve sosyal yaşam biçimi dahil tüm değerleri ‘’Cem’’ törenlerinde, bir ahlak ve toplumsal arınma kültürüne dönüşmüştür.
Buradan bakarsak Alevi inancı; vahiyli, tek tanrılı, elçilik atanmış peygamberli dinler ile yolunu baştan beri ayrı tutmuştur. Şekle değil Öz’e, zahirle sınırlı kalmayıp Mana’ya kafa yoran Yol Erenleri bizlere inancın özünü ’’Eline, Diline Beline’’ gibi şifreler ile Edep’li ahlaklı, his ve nefsin esiri olmadan, benlik ve bireysellik girdabına düşmeden, toplumsal kolektif yaşam modeli olan ‘’Rıza Şehri’’ mitolojisi gibi insanlığın ilk toplumsallık değerlerini hafızalarda hep canlı tutmayı esas almıştır.
Bu nedenle Alevi inancı bir ibadet ve tapınma dini değildir. Bir ahlak ve değerler felsefesi olarak, bireyi toplumsal kolektif yaşama bağlama ve paylaşma kültürünü, canlı ve işlevsel tutma mücadelesidir. Bu nedenden ötürü tam tezat teşkil eden Ortadoğu odaklı, vahiyli dinlerin sürekli hedefi haline gelmiştir. Sadece felsefecileri, yol önderleri, toplumsal öncüleri, derviş ve ozanları değil, Alevi talipler topluluğu da bu saldırı ve katliamlara binyıllarca maruz kalmışlardır.
Her ne kadar İslam’ın doğuş koşullarında İslam içi iktidar ve muhalefet çatışmalarında göreceli, zulme ve hak gaspına uğradığını düşündükleri ‘’Ehl-i Beyt’’ ve İmam Hüseyin’in KERBELÂ direnişinden yana bir sahiplenme benimsemişlerse de, bu sürecin özellikle İran Şiası’nın temelini atan ve devletleşmesinde önemli bir rolü olan Şah İsmail Hatayi döneminden sonra kurumsallaştığını daha net görmekteyiz.
Bu sahiplenme tüm çaba ve dayatmalara rağmen İslam’ın kurallarının yani İslam’ın ve imanın şartları sayılan temel İslami yaşam ve değerlerini ret ederek sadece Hüseyin’i Mazlumlar direnişçisi ve Yezit’i zalimler başı olarak görüp Hüseyin’in Kerbelâ direnişine tüm ailesinin yok edilmesi pahasına Yezit önünde biat edip, diz çökmemesine gösterilen içselleştirmedir.
Artık Hüseyin direnenlerin Şahı, Yezit ise tüm zamanların Zalim temsilcisi olarak insanlık adına ‘lanetli’ olarak kabul edilen bir simgedir.
Esasen sadece Kerbelâ’ da Hüseyin’in katli değil masumu pak dedikleri ve iktidar ve ya muhalif bir özelliği olmayan Hüseyin’in küçük çocuklarının vahşice katli, kadınlara yapılan insanlık dışı uygulamalar ve hastalara gösterilmeyen şefkat, yan yana getirilince bir insani toplumsal vicdan hareketi olarak inanca taşınmıştır. Her yıl simgesel olarak ‘Kerbelâ’ vahşeti şahsında mazlumların safında duruş ve zalimlere karşı direniş ikrarı tazelenerek bugünlere kadar bu etik duruş sergilenmiştir. 1400 yıl geçmesine ve tüm Şia asimilasyonu ve de retoriğine rağmen Alevi-Kızılbaş-Bektaşi-Yaresan-Ehl-i Hak ve diğer Alevi Yol Sürekleri binlerce yıl önce kurgulayıp yaşadıkları temel kurallarını bozmadan günümüze kadar getirmeyi başarmışlardır.
Bugün geldiğimiz noktada asimilasyona daha açık hale gelen Alevi toplumu ve inancına sahip çıkmak kadim insanlığın on binlerce yıl içinde damıtıp ‘dem’lediği hayvani yaşamdan arındırıp insanlaşmaya evirdiği toplumsal paylaşım içinde Nefs ve Benlik hırsını törpüleyip paylaşımcı bir kolektif sosyal kültürü sürdürmeyi, bugünün vahşi kapitalizmine emperyal modernizmin insanlığı kuşatmasına karşı, sadece güncel toplumcu komün ideolojilerini değil, Alevilik gibi doğal insanlığın kodlarını taşıyan bu kadim ‘insanlık hafızası’na sahip çıkmak, korumak ve yaşatmak tüm insanlaşmadan taviz vermeyenlerin sorumluluğudur.
Çokça deyiş vardır bize yol gösteren, ışık tutup ‘Çerağ’ olan.. Bunlardan biri Aşık Daimi ile bitirelim.
Alevi inanç Yolunda Hakikat arayışını sürdüren Can’lara bir gönül penceresi açabilirsek, Dört kapıdan geçenlerin katarına katılacak yol erenlerine yakınlaştırabilir ise, inançtan akla atlamanın ilim ve bilimde mürşit arayanlara delil olabilir isek, Hakka ve Hakikate yol alma hizmetinde bir damla olabilir isek gönül rahatlığı ile GERÇEĞE HÜ diyeceğiz.
MADEM Kİ BEN BİR İNSANIM
Kâinatın aynasıyım
Mademki ben bir insanım
Hakkın varlık deryasıyım
Mademki ben bir insanım
İnsan hakta hak insanda
Arıyorsan bak insanda
Hiç eksiklik yok insanda
Mademki ben bir insanım
İlim bende kelam bende
Nice nice alem bende
Yazar Levh-i kalem bende
Mademki ben bir insanım
Bunca temenni dilekler
Vız gelir çarkı felekler
Bana eğilsin melekler
Mademki ben bir insanım
Tevrat’ı yazabilirim
İncil’i dizebilirim
Kuran’ı sezebilirim
Mademki ben bir insanım
Ene’l Hak’ım ismim ile
Hakka erdim cismim ile
Benziyorum resmim ile
Mademki ben bir insanım
Daimi’yim harap benim
Ayaklarda türap benim
Âşıklara şarap benim
Mademki ben bir insanım
Aşk ile.