Rıza Şehri anlatısına kadın erkek eşitliği üzerinden bakmak

0
465

Gülfer Akkaya

Kadim ve kadıncıl olana Alevilik bugün dünya yüzünde kalan muhtemel ki az sayıda kadıncıl inançtan biri. Bu kadıncıl özelliğini anatanrıçaların inançlarından alan Alevilik kuşkusuz çok uzun yıllar değişip dönüşen bir tarihsel macera ile bugünlere taşındı.

Çoktanrılı erkek inançlarla tek tanrılı erkek inançların saldırılarına rağmen bin yılları alan mücadeleler sonunda bugünlere dek gelen kadıncıl inançlar kadın erkek eşitliğinin simgesi oldular. Sadece dinsel ve manevi bir alanda var olmadılar. Toplumsal hayatın bu yanını da temsil ettiler.

Kadim toplumlardan bugüne dünyanın çok çeşitli coğrafyalarında ve farklı toplumlarda iktidarların zulmüne rağmen kadın erkek eşitliğine ve aynı zamanda özel mülkiyetin kaldırılmasına inanan, bunun için örgütlenen topluluklar oldu.

Erkek çok tanrılı inançlardan, erkek tek tanrılı inançlara dek (buna yere göğe sığdırılamayan ama erkek egemen bir inanç olan Zerdüştlük de dahil) toplumda iktidar olan bu cinsiyet ayrımcı inançlara ve onları kabul eden devletlere karşı örgütlenmeler olmuş, karşı mücadeleler verilmiştir.

Mazdek-Hürrem, Babek-Hürrem’den Hace Bektaş-ı Veli-Kadıncık Ana’ya dek binlerce yıl devam eden bu kadıncıl inançlar damarı, bugün adına Alevilik dediğimiz inançların kaynak bulduğu, ilham aldığı, aynı gelenekleri paylaştığı inançlardır.

8. yüzyılda kaleme alınan İmam Cafer’in Buyruk adlı eseri de kendi dönemindeki kadıncıl inançların bu mücadelesinden esinlenmemiş olabilir mi?

Kırklar Meclisi, Rıza Şehri metinleri Babek ve Hürrem’in mücadelesinden kopuk düşünülebilir mi? Üstelik bu kişiler aynı yüzyılda, yakın coğrafyalarda yaşıyorken.

Rıza Şehri metnini okurken bu tarihsel arka planı unutmadan okumak metni daha iyi kavramayı sağlayacaktır.

Rıza Şehri anlatısına geçmeden Haşim Kutlu’nun Rıza Şehri’ni dışardan ziyarete gelecek olan sofi ile ilgili açıklamasını anımsamakta fayda var.

“Sofi: Sözcük anlamı bakımından çok değişik yaklaşımlar bulunmaktadır. Kimilerine göre, kendilerini ‘Allah Adamlığına’ adamış kimselerin, bunun bir belirtisi olarak üzerlerine yünden örülmüş sof kumaşından hırka giymelerine izafeten Sofi dendiğinden- ki Kapitalizm öncesi egemen din toplumlarının tamamında sınıf ve tabakaların kategorik olarak belirlenmiş giyinme tarzları vardı ve giyim kuşamlarından, hatte giysilerin renklerinden, kimin hangi kategoride yer aldığı bilinirdi- Kimilerine göre Mutasavvuflara verilen bir adlandırmaydı.

Belki biraz da bu anlayışlarla özdeşleştiği, dahası, egemen ilişki tarzının bir ögesi haline geldiği için, Yol insanınca olumsuz karşılandığından söz edilebilir. Öyküdeki niteleme, böyle bir nitelemedir. Ancak izini sürmekte olduğum kadim bilgi dağarcığında Sofi, anlamını ‘Bilginin ve Aydınlığın Tanrıçası’ Sofia’dan almaktadır. Ortaçağ dönemlerine kadar Yol süreğinde, Yolun bilgeleri Sofi kavramını otantik anlamıyla kullanmışlardır.”

Sofia’nın Bilgelik Tanrıçası olduğu ve Antik Çağ’dan Rönesans’a kadar bütün tasvirlerde onun bir kadını simgelediği artık kabul görüyor.

Bu da bize yine önemli bir değişimi anımsatıyor. O değişim de kadim ya da antik dönemde yaşayan tanrıçaların ve simgeledikleri kadıncıl geçmişin eril dinler tarafından nasıl erkekleştirilerek yok edilmeye çalışıldığıdır.

“Kadın ve kadın düşüncesi Antik çağdan günümüze geldikçe daha az değerli görünüp kimse kadın filozoflardan alıntılamıyor, hiç bir felsefe ya da bilim tarihi bu düşüncelerden ve yazarlarından artık söz etmiyordu (Tielsh, 1984)”

Şimdi Rıza Şehri anlatısına geçebiliriz:

“Günün birinde bir Sofi dünyayı gezmeye çıkar, Yolu bir şehire uğrar, açlık hisseder ve kendisine ekmek almak için fırına uğrar. Ekmek alır ve karşılığında para çıkarıp vermek ister. Fırıncı parayı görünce şaşkınlıkla Sofinin yüzüne bakar. Sofinin bu şehirden olmadığını, şehir sakinlerinin nitelemesiyle onun, bir ‘Dünyalı’ olduğuna hükmeder ve parayı geri çevirerek, “biz bunu ortadan kaldırmak için yıllarca uğraştık, büyük savaşlar verdik, anlaşılan sen Rıza Şehri’nden değilsin, ‘Dünyalı’ olmalısın” der.

Hizmetlileri çağırarak ‘Dünyalı’yı onlara teslim eder. Onlar da kendi aralarında halleşerek, Sofiyi Arifler katına çıkarmaya karar verirler. Arifler Meydanı’na çıktıklarında, sofiye yatacak yer ve yiyecek verilmesini, saygı değer bir konuk gibi ağırlanması söylenir. Hizmetliler, öyle de yaparlar. Üç gün Rıza Şehri’ne konuk olan Sofi, üçüncü günün sonunda gitmeğe kalktığında, Hizmetliler ona, hizmetlerinden razı olup olmadıklarını sorarlar. O da çok memnun kaldığını belirtir. Bunun üzerine Hizmetliler Sofiye gidemiyeceğini, “gidebilmen için bizim de senden razı olmamız gerekir” derler. Sofi kalır. Ona ayrı bir yatacak yer ve iş verirler. Sofi yaşamından mutludur. Rızalık Şehrinde bir hanımla arkadaş da olur ve ona evlenme teklif eder. Hanım, “birbirimizden razı kalırsak tabi o da olur” diye yanıt verir.

Günler böylece geçe dursun, Sofi bir gün, Rıza Şehri bahçesinde gezerken yolu bir nar ağacının önünden geçer. Daldaki narları görünce, sevdiği hanıma bir ikramda bulunmak ister. Narlardan bir miktar toplar ve bir masanın üzerine koyarak hanım arkadaşının gelmesini bekler. Hanım geldiğinde hiç bir olağandışılık göstermez. Sofi hanımın davranışından hiç bir sonuç çıkaramaz. “Neden böyle davrandı” diye kendi kendine sorunurken hanım, ‘narları görüyorum. Bu bahçede bir dolu nar var, istersem ben de alabilirim. Ama sen bunları alırken kimseye sormadın, onlardan rızalık almadın, bunları şimdi bana sunmak istiyorsun! Belli ki Rıza Şehri’ne bir türlü alışamıyacaksın. İyisi mi sen kendi dünyana dön’ der ve görevlileri çağırıp sofinin Rıza Şehri dışına çıkarılmasını sağlar. Sofi erkâna göre belki “dar olur ama didar göremez” ve Rıza Şehri’nden ayrılır.

Peki, otantik Alevilik açısından da Rıza Şehri, bir gelecek ütopyası mıydı?

Bir ortaklık yapılanması olarak otantik Alevilik, hem yapılanma yani toplumsal olarak örgütlenme, örgütlü olma bakımından hem de bu yapılanmaya özgü bilgi ve bilgilenme bakımından, en temel de ikili sisteme sahip olmuştur. Her iki düzeyin korunması, kollanması ve sürekliliğinin sağlanması açısından Yol’un bilgeleri, topluma ait olanlar ve toplumun dışında kalanlar olarak iki temel zemin belirlemişlerdir kendilerine. Topluma ait olanlara

‘İÇERDEKİ’ ya da kısaca ‘İçeri’, toplumun dışındakilere ise ‘Dışardakiler’ demişlerdir. Aynı bağlamda, kendi toplumsal yapılanmalarını da ‘İçerdekiler’ ve ‘Dışardakiler’ olarak iki temel zeminde ele almışlardır. Toplumun içyapısı olarak “İçerdekiler” tümüyle hizmetli yapıdan oluşmakta ve özel eğitimlerle, toplumsal yapılanmanın gereksinmelerine göre yetiştirilen ve görevlendirilenlerden oluşmaktadır. “Dışardakiler” ise bir bütün olarak talipleri kapsamaktadır.

Talipler, maddi ve manevi yeteneklerine göre Hizmetliler arasında yerlerini alabilirler ve hizmetli kademelerinde bulunabilirler. Hizmetliler, Maddi ve manevi olarak maharetle üretir marifetin gereğince, ‘herkese ihtiyacına göre’ pay edeler.

Bu anlatım çerçevesinde Rıza Şehri, Ortaklığın bir diğer adıdır. Hal böyle olunca Rıza Şehri, hem geçmişte yaşanmış, olmuş bitmiş Ata meydanlarına duyulan bir özlem; içinden geçilmekte olunan tarihsellikte, yaşanmakta olan açısından, yaşanılanın hal tercümesi ve süreğin geleceğe aktarılması bağlamında da, bir gelecek tasarımı anlamını taşır.

Kadim geçmişe, ‘Ana atanın yitik cennetine bir özlemin’ ifadesi olarak, yapılanmaya üyeliğin en temel kuralı olarak konmuş ve sürek sağlanmıştır. Aleviliğe giriş, aynı zamanda Rıza Şehri’ne giriş olarak kabul edilmektedir, Müsahipliğin yerine getirilmesinde takip edilen erkân, tümüyle bu anlama denk düşer; “Hâl içinde hâlleşecek, sonra yar olup yarleşecek, malı mala, canı cana katıp dört baş bir beden olacaksın” belirlemişler Yol’un bilgeleri kuralı. Bu kural, bir Ortaklık Toplumu kuralıdır ve işte bu, ‘Rıza Şehri’dir. Çünkü talip olacaktan istenenlerin hiç birisi karşılıklı Rıza olmadan olmaz!.. Erenler neden demişler ki; ‘Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi?”

Rıza şehri anlatısını kadınlar açısından nasıl değerlendirmeliyiz?

İlk olarak kavramlardan başlayalım. Rıza Şehri’nde bir Arifler Meydanı var. Bu meydanda Rıza Şehri’nin kurallarını, toplumsal hayatı var eden kişilerden oluşan bir meclis. Arif kavramı tıpkı eren kavramı gibi kadın ve erkek cinsini içinde barındırır. Ayrıca Alevilik inancının var edeni ve yürütücülerinin kadınlar olduğunu da anımsarsak Arifler Meydanı da tıpkı Kırklar Meclisi gibi kadın erkek her iki cinsten oluşmaktadır. Arifler arasında kadınlar da mevcuttur.

Diğer dikkatimizi çeken kavram Hizmetliler. Buradaki hizmet bugün anladığımız anlamdaki hizmetçi değildir. Yol’a hizmet eden, insan-ı kâmil olma yolunda çalışan herkestir. Yola girmiş ve orada görev alabilecek kıvama gelecek kadar kendisini pişirmiş, bu nitelikleri nedeniyle Rıza Şehrinin teorisinin hayata geçirenleri, dışardan gelenleri bu Yol’a hazırlayan canlardır. Verdikleri hizmet Hakk yolunadır ve değerlidir. Görünürdür. Toplumun can damarıdır. Hizmetliler de kuşku yok ki kadın ve erkekten oluşmaktadır. Çünkü Alevi toplumu ilkesel olarak kadın ve erkeğin birlikte var olduğu eşitlikçi bir toplumdur.

Anlatıda en ilginç olanı dışardan geçen Sofi’nin erkek olması. Ve bu Sofi’nin tıpkı Kırklar Meclisi anlatısında peygamber Muhammed gibi geldiği toplumun niteliğine göre davranmak zorunda kalması. Davranışları nedeniyle sırasıyla Rıza Şehri’nin ortakçı-eşitlikçi “tezgahından-eğitiminden” geçmesi.

Bu eğitimlerden biri paranın olmayışı, üretimin ve paylaşımın ortakçı bir toplum kurallarına göre düzenlenmiş olması ise diğeri Alevilik inancının ikinci önemli unsuru olan cinsiyetler arası eşitlik ilkesidir.

Sofi’nin bir kadınla karşılaşması, o kadına aşık olması, ona bilinen erkek davranışları sergilemesi karşısında ona Rıza Şehri’ni ve bu şehrin değerlerini temsil eden kadının verdiği derstir.

Kadınla erkek arasındaki rızalık kuşku yok ki iki can’ın birbirine eşitliğini temsil eder. Ve eğer istesem kendim o narı toplar yerdim iması, erkek egemen topumdaki her şeyin sahibi olan erkeklik anlayışına indirilmiş sağlam bir tokattır. Rıza Şehri’nde her şey kadıların da, erkeklerin de. Çünkü toplum kadınlardan ve erkeklerden oluşur. Toplumda mevcut tüm değerler kadınlar ve erkekler tarafından eşitçe var edilir.

Ayrıca Rıza Şehri anlatısında anlatıyı edebi bir kaygı ile ele alırsak hizmetliler, fırıncılar, Arifler Meydanı şeklinde geçen insan karakterleri arasın en belirgin karakter Sofi’yi erkekliğinden vuracak olan kadın karakterdir.

Çünkü bu kadın karakter üzerinden Rıza Şehri adlı ütopik Alevi toplum biçimi anlatısında kadın erkek ilişkilerinin kuruluşu hakkında fikir verilmek amaçlanmaktadır. O fikri dışardan gelen yabancı erkeğe kadın verir, Rıza Şehri’ndeki başka herhangi bir erkek değil. Ve o fikir kadın ve erkeğin eşit olduğudur.

Sofi’nin Rıza Şehri’nde yaşayamayacağını, kendisini bu şehirde yaşayabilecek kadar değiştiremediğine dair kararı da yine kadın verir, Rıza Şehri’nin kurumları da bu karar üzerinden kadının aldığı kararı desteklerler ve Sofi böylece Rıza Şehri’nden gönderilir. Kadının toplumsal alanla ilgili karar verebilmesi, o kararın kurumlarca kabul edilmesi çok önemlidir. Çünkü Rıza Şehri’nin kurumları (muhtemel ki o kara alma mekanizmalarında kadınlar da var, yoksa kadın erkek eşitliğinden bahsetmek hayal olur) kadar tek tek bireysel olarak kadınların da yetki ve karar verme gücüne sahip olduklarını görüyoruz.

Ayrıca Rıza şehri üyesi olan kadının öğretici, dışardan gelen erkek kişi Sofi’nin öğrenen kişi olduğunu görüyoruz. Rıza Şehrinde erkekler de kadınlardan öğreniyor. Ve tabii bir de kadınların erkeklere hayır diyebildiklerini. Erkeklerin ise hayır denilen o sınırda durduklarına tanıklık ediyoruz.

Alevi toplumundaki rızalık, sadece ütopik toplum için değil, musahiplik, pir ile talip ve kadın erkek ilişkilerinde ve her şeyde temel ilkedir.

Bu nedenle Alevi kadınlar bir şeye razı değillerse hayır deme haklarına sahipler. Erkekler de bu karara saygı duymakla ve o sınırda durmakla yükümlüler. Kadın erkek evli de olunsa bu kural değişmez. Rızalık alınmamışsa kişi ısrar etmemeli, durmayı bilmelidir. Kadınların “Hayır, hayırdır” sözü mesela Aleviliğin bu ilkesi ile üst üste düşmektedir.

Ayrıca Rıza Şehri anlatısında Alevi toplumunun cinsiyetçi olmadığı gibi, ahlakçı, muhafazakâr değerlere değil, eşitlikçi ve özgürlükçü değerlere sahip olduklarını da görüyoruz. Yoldaşlık gibi aşk da, sevgi de toplumun değerleri arasında. Hakkı sevmek, onun suretini sevmektir.

Rıza Şehri’nde kapılar kilitlenmez. Rıza Şehri’nde zorlama yoktur. Ve yine Rıza Şehri’nde şiddet yoktur. Yani devlet şiddeti gibi erkek şiddeti de yoktur. Bu da bize şu soruyu sorduruyor. Alevilikte ve Alevi ütopyası olan Rıza Şehri’nde erkek şiddeti yoksa Alevilik erkek şiddetine karşı ise Alevi evlerinde neden erkek şiddeti var?

Daha önemlisi neden Alevi kurumlan, Ana’lar, Dedeler erkek şiddetine karşı yeterince duyarlı değil ve toplumlu bu konuda bilgilendirmiyor? Gündemlerine erkek şiddetine karşı sıfır toleransı konu edinmiyor? Cemlerde ya da panellerde bu konuları öne çıkartıp tartışmıyorlar?

Bu önemli bir soru değil mi?

Gülfer Akkaya

*Bu yazı “Alevi kadınlar; vardık, varız varolacağız” adlı eylül ayında tamamlanan kitaptan alınmıştır. Yeni eklemeler yapılmıştır.

Ayrıca bu yazıda “Yol Kadındır” adlı kitabım kaynak alınmıştır

Bir Cevap Yazın